Yazı

SADECE BİNA MI ÇÖKTÜ?

Konya’da bir bina daha çöktü…

Umutları, hayalleri , beklentileri, arzuları, istekleri olan değişik yaşlarda on sekiz kişi vardı… bir anda hepsi yok oldu…

Tarifi imkansız derecede üzüldüm.

 

Bir evlat yetiştirmeye çabalıyorken birden bire kaybediyorsunuz. Üstelik o evladı, kendi isteğiniz ve yönlendirmenizle yollamışsınız o çatının altına.

Şimdi bu olayın neresinden baksak, hangi ucundan tutsak da yazsak…

İnsanların davranış biçimleri, olaylara yaklaşımları, tepkileri, istekleri, beklentileri ve belki de hayalleri; taşıdıkları düşünce biçimine, yetiştirilmelerine, içinde yaşadıkları ortama paralel olarak gelişir, değişir.

Bir kısım insan içinde “din” olan her şeye karşıdır, gizli bir öfke duyar ve bu tür üzücü bir olayda içindeki öfkeyle tüm hıncını ifade edecek cümleler kurar.

Diğer bir kısım insan “devlet” kelimesine kafayı takmış durumdadır. Hemen her fırsatta “Nerede bu devlet” cümlesiyle başlayan, adeta aşağılayan bir eda ile, içinde yaşadığı, pek çok imkanından faydalandığı halde hep yok saymayı arzuladığı kavramı yerden yere vurur.

Bir başka grup “düzen” kelimesinden rahatsızdır. Onların kurguladıkları, arzuladıkları düzen, kendilerine göre bir düzendir ve bunun içinde o düzene uygun görmediklerine asla yer yoktur. Bu türler birilerine sürekli adres değiştirtmek için yer/ülke göstermeyi alışkanlık haline getirmişlerdir.

Yine bir başka grup “irtica” kelimesine karşı alerjiktir.

Bu grup kendi içinde ikiye, hatta üçe ayrılır.

Birinci grup dinine uygun yaşamak isteyen insanları potansiyel tehlike addeder ve en ufak bir durumda irtica geliyor diye feryada başlayarak hemen tüm mütedeyyinleri de kapsayan damgalama operasyonuna girişir. Zira onun gözünde dinine uygun yaşamak isteyen tüm insanlar irticacıdır.

İkinci grup ise kimseye zarar vermeden yaşamını sürdüren, büyük beklentileri ve istekleri olmayan, karınca kararınca kaderine razı olan ve bu yaşamın içinde dinine dil uzatılmasını hiç istemeyen, karısının kızının baş örtüsüne musallat olunmayan bir yaşam sürecinde kendi yağı ile kavrulmakla mutlu olan gruptur. Birilerinin kendilerini potansiyel suçlu görmesinden ve her platformda irtica kelimesinin üzerine yapıştırılmasından ötürü kızar, bunu sürekli söyleyenlere de allerji duyar…Ancak bunu ifadelendirecek yapıda değildir.Sessizliği tercih eder.

Bazıları bunu “sessiz çoğunluğun sesi” diye ifade ederler.

Üçüncülerse gerçekten dini hükümlerle yönetilmeyi hayal edenlerdir ve ülke genelinde sayıları öyle öcü gibi gösterilip bizleri korkutmaya çalıştıkları gibi de değildir. Ama asla yoklardır demiyorum…Onlar da arzuladıkları yaşam biçimini irtica olarak görmedikleri için o yaşam biçiminin dışındakilerini öyle adlandırırlar.

Grupları çoğaltabiliriz ya da kendi içlerinde alt sınıflara ayırarak her birine birer başlık verebiliriz.

Her ülkede ve geçmişten bu güne kadar gelen her devirde dinin varlığına inanan, inanmayan, dini de devleti, düzeni de kullanan, sömüren, aşağılayan, yücelten, beğenen, beğenmeyen insanlar olmuştur, olacaktır.

 

Yaşamda durulan yerden, bakılan yere, görülenle, görülmeyene, istenene, beklenene velhasıl insana özgü her davranış biçiminde, çeşitli şekillere ve durumlara rastlamak mümkün.

Ve bu davranış biçimleri evvelce ifadelendirdiğim gibi yere, duruma, yetiştirilmeye, düşünce biçimine göre değişkenlik arz edecek…

Ancak değişmeyen tek bir şey var o da ölüm…

İster öyle düşünün, ister böyle, ister inanın ister inanmayın ama sonuç hep aynı olacak. Kutsal kitabımızda da bize bildirilen gerçek şu ki:

“Her nefs ölümü tadacaktır.”

 ***

Bazı gazetelerde şu başlık gözüme çarptı : 18 ölüm, sıfır şikayet…

Ne sığ bir yaklaşım diye düşündüm. Ya da ne maksatlı bir başlık.

Bu başlığı atanda biraz insaf, biraz iz’an olsa bunu yazmaz, yazamazdı…

İnsanlar canlarını kaybetmişler.

Acıları, sıcağın da ötesinde yakıcı bir alev topu halinde iken, her şeyi bir kenara atıp, sarılacak kaleme kağıda, şikayet dilekçesi yazacak ve koşacak en yakındaki cumhuriyet savcısına, şikayetçiyim mi diyecek?

Yavrusunun öldüğüne bile tam inanamazken, üstelik kendi içinde kendiyle tam hesaplaşamazken kimden neyin hesabını sormayı akledecek?

O işi zaten o insanlar asla yapmasalar dahi devletin savcısı yapar. Zira olay kamuyu da ilgilendirmektedir. Ama bizim tarif etmeye çabaladığımız gruplardan birine ya da birkaçına mensup olan Ademlerimiz, Havvalarımız var ya…işte rahatlıkla yazarlar öyle başlıklar…

O binayı oraya yaptıranların art niyet taşıdığını düşünmüyorum.Zira hayır işleri yapmayı yaşam felsefesi haline getirmiş insanların bu işin her iki tarafı keskin kılıç olduğunun bilincinde olduklarını düşünüyorum.

Evlatlarını oraya yollayanların, devletin düzenini değiştirmek için, birilerine göre “ irticacı” olsunlar diye yolladıklarını da düşünmüyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde veya dışında gerçekten Allah rızası için bir şeyler yapma gayretinde olan, kalbinde kötü, fesat düşünceler taşımayan nice insanların olduğunu ve bu insanların devletlerinin altını oymayı hiçbir zaman arzulamadıklarını, aksine devletlerini çok sevdiklerini biliyorum.

Yine bazılarının tanımına göre şeriat düzenine geçmek için , birilerinin böyle işlere yeltendiklerini de düşünmüyorum.

O zaman? Hata kimdedir?

Yıllarca yaz boz tahtasına çevrilen ve uzunca yıllar “tek tip” insan yetiştirilmesi esasına bağlanan, ezberci “Eğitim” sisteminde midir?

Çocuklarını imkansızlıklardan dolayı “bedava” olduğu için , hem dinini öğrensin hem İngilizce öğrensin diye oraya yollayanlarda mıdır?

Haydi dinimizin yeterince öğrenilmesini, öğretilmesini bir yana bırakayım, memleketin en ücra köşesinde bile sanki resmi dilimizmiş gibi İngilizce öğrenilmesini olmazsa olmazımız addedenlerde, teşvik edenlerde midir?

Burnunun dibinde olan bir binayı yeterince denetlemeyen hatta belki de bir kez olsun gidip bakmayı aklına getirmemiş olduğunu düşündüğüm Belediye başkanı ve ekibinde midir?

Gaz kokusu duyduğu halde doğru dürüst alamadığı eğitim yüzünden, eksik bilinç yüzünden, ya da inşaat yapılırken herhangi bir gaz sızıntısında elektriği devre dışı bırakacak bir sistem kurulmaması yüzünden, karanlıkta gayri ihtiyari olarak elektrik düğmesine dokunanda mıdır?

İnsanları belki imkansızlıktan, belki dini öğrenmeye karşı oluşturulan gizli baskılardan dolayı ruhsatı tartışmalı, izin verilip verilmediği bilmece gibi olan böyle kurumlara yollamaya yönlendiren zihniyette midir?

İyi niyeti istismar edenlerde midir?

Her olayın ardından dinimizi karalama , her fırsatta “irtica ve şeriat” öcüsünü önümüze temcit pilavı gibi sürmeye meraklı olanlarda mıdır?

Her patlamanın, yangının ve bilumum tersliklerin ardında PKK, Ergenekon ve benzeri örgütlerin parmağı olduğu hissine kapılmamız için uğraşan komplo teorisyenlerinde midir?

Hani Süleyman Demirel’in o meşhur söylemiyle filanca şehrin fişmekanca mezrasında sürüsünü otlatan çobanın, kaybolan bir koyunundan bile haberdar olması gerektiği vurgulanan Devlette midir?

Söyleyin bana hata kimdedir?

 

Çiğdem Altınöz - 07/08/2008