Yazı

Öylesine

İnsan, yaratılış itibariyle en şerefli yaratılan olma özelliği taşır.
Önce neden yaratıldık diye sormak gerek.
Elbette bir sebebi var değil mi?
Misyonumuz ve vizyonumuz nedir, bu dünyaya getirildiysek, neden getirildik?

Bunlar belki felsefe yapmaya zorlar bizi ama bana göre hepimizin bu dünyada biçilmiş bir görevi var. İyi ya da kötü her yaşayanın bir görevi var diye düşünün.

Bu görevi icra ederken kendimizi ne kadar iyiye, ya da ne kadar kötüye kaydıracağız?

Burada akıl, mantık ve vicdan unsurları girer devreye. Akla uygun olan her şey doğru olmayabilir. Aynı şekilde kalbe, vicdana uygun olan her şey de doğru olmayabilir.

Aklın, mantığın süzgecinden geçenleri kalbin onayladığı, vicdanı rahatlatan bir şekilde olmasıdır en doğru olan.
Özetle kalbinizin ve aklınızın aynı paralelde olduğu durumlarda hata payı sıfıra yakındır.
Bunun altını özellikle çiziyorum.

İnsan kalabalıklar içinde olsa bile yalnızlık çeker.
Görünürde her şey yolunda gibidir.
İyi bir iş, sadık bir eş, sevimli çocuklar, iyi akrabalar, saygın arkadaşlar. Ama içerilerde bir yerde bir şey dürtükler insanı.
Eksik bir şeyler vardır her nedense.

Bakıldığında tamam olan, güzel gözüken, aslında eksikliği duyulan nedir?

Çevren vardır, işinde arkadaşların vardır, kalabalık bir sülalen vardır ama her nedense seni gerçekten anlayan bir Allah'ın kulu yokmuş gibi gelir bazen.
Sonra düşünmeye başlarsın.
Bu, senin istediğin hayat mı, yoksa sana biçilmiş bir kaftanı mı giymektesin?
Birileri senaryoyu hazırlamış da sen o rolde oynuyor gibisin.

Senaryoyu sen yazmadın.
Rolü sen belirlemedin ama oynayıp, en mükemmel alkışı alman beklenmekte.
Film iyi prim yapmalı ki görenler görmeyenlere bildirsin de herkes bu iyi filmi görsün.

Bu doğru gelmez insana.
Kurallarını kendinin belirlemediği hiç bir şey mutlu etmez insanı, ya da tatmin etmez diyelim.

Sussan, isyan etmesen sen içten içe yıkılacaksın, tükeneceksin.
Konuşsan senin başarını alkışlayanlar kırılacak.
İki arada bir derede kalmışlık duygusu ile yaşamaya devam edersin.
Görünürde her şey iyi, görünmeyen derinlerde acı çeken bir ruh.

İçinde isyan, içinde başka biri , dışında toplumun beğenisi kazanmayı sürdüren sen.
Kabuğunu kırmak için civcivin yumurta içinde ne sabırla beklediğini, ne kadar çaba sarf ettiğini bilir miyiz?
Oysa o minicik civciv bize ne kadar sevimli gözükür değil mi?

Çünkü hemen hepimiz sonuca odaklıyız.
İşte o sebepledir ki yazımın başında yaratılışımızın bir sebebi var demiştim.

Sahi hiç düşündük mü biz bu dünyaya niye geldik diye?
Oluşmayı biz seçmedik, olduk.
Kimimiz zengin bir ailede gözlerimizi açtık, kimimiz fakir.
Bazılarımız savaşın, barut kokularının olduğu bir havayı soludu, bazılarımız cennet misali ortamda.

Bu oluşumda bizi oluşturanları suçlamak anlamsız.
Hepimiz bize bahşedilen süre ne ise onu yaşıyor, soluduğumuz dünyada kendi cennetimizi ya da cehennemimizi yaşıyoruz.
Bu süreci geçirirken ne kadar kendimiziz , ne kadar başkalarının dayattığıyız?
Aynada gördüğümüz hangisi?
Hangi yüzümüzle barışığız ?
Ve gelip geçtiğimiz dünya yolunda ayak izlerimiz kalacak mı?

Korkularımız var.
Belli etmemeye çalıştığımız ya da ap açık söyleyebildiğimiz.
Bu korkuları yenmek için ne kadar çaba sarf ediyoruz ?

Beklentilerimiz var.
Bizi anlasınlar istiyoruz.
Biz söylemeden anlayıp gerçekleştirseler diye umduğumuz nice beklentiler. Bazen seviniyoruz çokça hayal kırıklıkları yaşıyoruz.

Hayallerimiz var
Engin mi engin oluyor hayaller. Kimimizse hayal kurmayı anlamsız buluyoruz. Oysa şair “insan hayal ettiği müddetçe yaşar” dememiş miydi?

Endişelerimiz, tedirginliklerimiz, küçük, büyük sevinçlerimiz, gururlarımız, eksikliklerimiz, doğrularımız, yalanlarımız var.

İyi ya da kötü her neyimiz var ise , hepsiyle birlikte kocaman bir aile gibiyiz ama bir bakıyoruz ki yapayalnızız.
Döndük mü en başa?

Yalnızlığın tam bir tarifi var mı?
Bilinen klişeleşmiş sözlük anlamı değil sorduğum.

Nerede, neden, ne kadar, ne için, nasıl ve niye yalnızsın?
Ve bunu eksiltecek bir formülün,
Ya da daha da artıracak bir eylemin var mı? 

Yazımın başlığı "öylesine"
Ancak sorumu öylesine sormuyorum.
Var mı yanıtı olan?
 

Çiğdem Atınöz - 6 EKIM 2014 PAZARTESI