Yazı

MIŞ GİBİ... 1 ve 2.

Adam yolunun üzerindeki bir tatlıcıdan en ucuzundan bir kilocuk tatlı alıp eve gider.
Karnı felaket şekilde açtır. Tatlı kutusunu açıp ağzına bir lokma atar.
Açken en kötüsü bile güzel gelen her şey gibi tatlı da güzel gelir ama...
Aması neymiş demeyin...
Tatlı olmasına tatlıdır ama baklavanın içindeki ceviz sanki ceviz değil de, cevizmiş gibi...

***
Öğrenci öğretmenini , işçi şefini, müdür patronunu, esnaf muhasebecisini sevmez ama sevip, sayıyormuş gibi yapar. 

***

Kaynana oğlunun tercih ettiği gelininden hiç haz etmez ama seviyormuş gibi yapar.

***

Adam karısına bir hediye alır. Kadın kendi seçmediği için ya da kafasında olanı elinde görmediği için buruktur. Aslında beğenmez ama beğenmiş gibi yapar...

***
Anneler gününde hemen her anne evlatlarının yolunu gözler ...Aramasını, hatırlamasını...
Hele bir de hediye verilince taçlanır adeta...
Ama...nedense her seferinde "Ne zahmet ettiniz evladım , yazık paranıza" türünden sözler sarf eder. Üzülmüş gibi yapar

***
Kadınlara karşı acayip ilgi duyan bir erkektir. Aklında fikrinde hep şeytani düşünceler vardır.
Hani fırsatını bulunca değerlendirmekte de üstüne yoktur ayrıca. Gel gör ki çevresinde pek mazbut, eşine sadık bir adam portresi çizer. Karısının üzerine gül koklamayan biriymiş gibi yapar.

***

Anne çocuğunun yaptığı bir kabahate çok kızmış gibi yapar.

***
Orta halli bir tüccardır, işini ilerletmek, dünyalığı çoğaltmak derdindedir. Veresiye hesaplarında kalem oynatır, ucuzu pahalıya satar.
Gel gör ki hiçbir Cuma namazını kaçırmaz, işyerinin duvarlarında ayetler asılıdır. Elinde tespih namaza koşar. Namazdayken aklı orada olmamakla beraber çevresine çok mazbut, dinine çok bağlıymış gibi yapar.

***

Köşe yazarı, her gün köşesinde ahkam kesmekte, iktidarı eleştirmektedir. Hükümetin ülkenin doğusuna hiç el atmadığını , hizmetsizlikten, işlerin kötülüğünden tüm bu ilgisizliğin de anarşik olayları artırdığından dem vurmaktadır.
Aslında tüm yaşamı boyunca bahsettiği bölgelere bir kez olsun gitmemiş, görmemiştir ama onu okuyanlar o kişiyi adeta orada yaşıyor, gözleriyle gördüklerini anlatıyor sanır.
Bizim çokbilmiş yazar gitmiş, görmüş, hatta yaşamış gibi yapar.


***

Kadın komşusunun anlattıklarına o kadar inanıyordur ki onunla birlikte bir falcıya gider.
Falcının ünü yayılmıştır ya bir kez, gidilmese olmaz, dinlenmese olmaz.
Sözü uzatmayalım, kahveler gelir, içilir, fal için niyet tutulup fincan kapatılır.
Okkalı bir ücret ödenir hemen.
Kadın kahveyi içmiştir ama...
Kahve kahve gibi kokmakla beraber tadı nohutlu kahveymiş gibidir...
Falcı fincanı kaldırır başlar anlatmaya...
Üç vakit mi desem, üç gün mü desem....
Yollar, paketler, kazançlar, yılan gibi düşmanlar...
Mübarek minicik fincanda bir ömrü , geçmişi geleceği görüyormuş gibi yapar.
Dönüşte söylenenler tam tutmamış olsa da kadın "Vallahi her şeyi bildi kardeş" der, söylenenlerin tümüne inanmış gibi yapar.

***

Oldukça fakir ama inanılmaz derecede gururlu biridir.
İçinde bulunduğu durumun anlaşılmasına asla tahammülü yoktur.
Simit alacak parası yokken, dişinden kürdanı eksik etmez.
Aylardır bir gram et yememiş olmasına rağmen az önce et yemiş gibi yapar.

***

Son derece güzel bir kadındır. Ne giyse yakışmakta, üzerine giydiği her ne olursa olsun bunu en yakışır biçimde taşımaktadır. Kendisini çok beğenmekte ancak bunu başkalarının ağzından defalarca duymaktan acayip hoşlanmaktadır. 
Kendisine güzel olduğu söylendiğinde öyle değilmiş gibi yapar.

***

Polis uzun takipler sonucu bir olayın nihayetine gelmiştir ama sanık bir türlü istediği gibi konuşmamaktadır. Filmler de sıkça gördüğümüz yönteme başvurulur hemen.
Sorguda bir polis en zor soruları sorar, en kötü davranışı sergiler. 
Diğeri ise suçludan yanaymış gibi yapar.

***

Dilenmeyi meslek edinmiştir. Bankadaki birikim çoğaldıkça dilencinin makyaj sistemi daha da ilerler. Ne kolu kırıktır, ne bacağı yaralı ne de gözü kör...Sakatmış gibi yapar.

***

Niye mi bunları yazıyorum?

Elbette bu köşeciği doldurmuş olmak ya da bir şeyler yazmış gibi olmak için değil...
Vardır elbet bir sebebi...



...MIŞ GİBİ- 2-



"Mış gibi " demeye başlamıştık ya...
Araya acılı günler girdi devamını getiremedik. Kaldığımız yerden devam edelim...

Adamın kapasitesi bellidir.
Ancak O, kendini herkesten daha ileride, yüksekte görmekte, çevresindekilere parazit gözüyle bakmaktadır. Gel gelelim hem işini sürdürmek için, hem de belki şartlar öyle gerektirdiği için beğenmediklerine de ihtiyacı vardır.Bu durumda yapacağı tek şey beğenmediklerine itibar etmektir...Mecburen "itibar etmiş gibi" yapar...

Çevresindekilere gelince...
İşte işin ilginç bir yanı da buradadır.
Adamın parazit gibi gördükleri de kendilerini çok akıllı, iş bitirici , amaca ulaşmak için her tür insanı kullanıcı olarak gördüklerinden, onlar da bu adamı beğenmemektedirler. Ancak gidilen yolda o beğenmedikleri kişi durmaktadır. Sonuca ulaşmak adına Ona tahammül ediyormuş gibi yaparlar.
***

Bir partili, görünürde parti başkanının hayranıdır. Ne dese inanır, ne istese yapar. En büyük şakşakçısı budur adeta...
Bu tip, her protesto toplantısında ön saflardadır, her televizyon programında boy gösterir, diğer görüşlere veryansın eder durur. 
Seçim zamanı ya da partinin kurultayı gibi önemli zamanlar gelene dek, bu hal devam eder durur. Eğer istediği yere getirilmezse, kafasındaki makamı kapamazsa adam adeta bir top olur ve üçyüzaltmış derece döner ve bu kez diğer görüşe, başka bir partinin başkanına, programına hayranmış gibi oluverir. Hele kaotik zamanlarda bu tipler futbolcuymuş gibi transferler yaparlar.
***

Yine benzer bir tip de rengini belli etmeyen tiptir. 

Hangi düşüncenin iktidarı gelirse gelsin bu tip oradadır. Görünürde o partinin düşünce sistemine tam olarak tabi olmasa da bunu açıkça söylemez ve önemli olan "Memlekete, halka hizmettir " kalkanının ardına saklanarak ortaya çıkar. 
Kendisini her seferinde altın tabakla sunar. Referanslarını kullanarak istediği yere gelir.

Eğer karşı görüştekilerden bir eleştiri gelirse hemen saklandığı kalkanını göstererek "ben aslında onlardan değilim ama maksat devletin işleri yürüsün " der. Kendisini memleketi için feda ediyormuş gibi yapar.
***

Belediyelerimize göz atmazsak olmaz…

Bir ilde, ilçede yahut beldede, biri hasbel kader belediye başkanı olmuştur...
Seçilmeden önce kendisinden öncekileri eleştirmiş, yerden yere vurmuş, önceki ve ekibini hırsızlıkla bile suçlamıştır. Bir paritinin rüzgarı ile yelkenlerini şişirip seçimi kazanır, koltuğa oturur. Aslında bu makamı çok istemiş ve sonunda amacına ulaşmıştır. 
Ancak çevresine bu işi beceremeyeceğini, ayrılmak istediğini bile söyleyerek o makamlarda gözü yokmuş, çok mütevaziymiş gibi yapar. 

***

Belediyelerdeki personele gelince...
Belediye bir öncekinden kalan sözleşmeli personelle doludur. Her biri yerinden memnundur ve işlerini kaybetmek istememektedirler. Oysa yeni başkan her an sözleşmelerini iptal edebilir, yenilemeyebilir…
Yapılacak tek şey vardır. 
Yenisine, eskisini kötüler, hataları söylediklerini ama onun kendilerini hiç dinlemediğini anlatıp yeni başkanın emrinde olduklarını söylerler. Neticede personeldirler ya amir ne derse onu yapacaklardır. Gelene ağa, gidene paşaymış gibi yaparlar.
Seçim zamanı yaklaşmaya başlayınca bu personel usul usul değişmeye başlar. Görünürde saygılıymış gibidirler ama başkanın ardından dedikodu kazanını kaynatıp, aleyhinde olan haberleri el altından çevreye, medyaya uçurmaya başlamışlardır bile...
Bu tipler, en karşı görüşlü ve en ağır eleştirilerin yapıldığı basın organları için adeta minik kuşmuş gibi çalışırlar.
Başkanın kötünün iyisi misali güvenilir sanıp, itibar ettiği adamları da öyleymiş gibi yaparlar.

***

Başkanların icraatlarına gelirsek... 

Hemen her belediyede olduğu gibi, yollar kazılır, borular, vanalar değişir, eski denen kaldırımlar sökülür yenileri döşenir, parklar çiçeklendirilir, kaçak yapılar tespit edilip bir iki tanesi göz boyamak adına yıkılıyormuş, kanunlara harfiyen uyuluyormuş gibi yapılır. 
İhaleler açılır, istenilen sonuca erişilmeyince ihaleler kitabına uygun olarak iptal ediliyormuş gibi yapılıp, yeniden açılır. Başkalarının emekleri, fikirleri kendininmiş gibi gösterilir.

"El kesesinden ihsanım, develer olsun kervanım" mantığı egemen olduğundan davetler, fakir fukara yardımları, hayır hasenat işlerinde bir numaralı isimmiş gibi lanse edilmeler gına gider. 

Gezilere gidilip, görev yapılıyormuş gibi harcırahlar alınır. Uçulur, uçurulur.

Şehir kalıcı bir işin değil, kendisinin ön plana çıkartıldığı afişlerle donatılır. Makyaj her zaman tamamdır...
Eş, dost, ahbap özellikle kollanır, kazanırken kazandırılır ki konuşacak halleri kalmasın...Tehlike arz edenlerin, yalakalık yapamayanların, başkanların "dürüstlük" kriterlerine uyamayanların defterleri çok önceden dürülmüştür zaten.

Şehir, bir inşaat sahasına döner, bir çiçeklenip şenlenir. 
Esnafla bir kavga edilir, bir yanındaymış gibi davranılır.

Hazret, eskiden düşmanıymış gibi görüp hep aleyhine konuştuğu ve yanına sokmadığı kişileri aslında seviyormuş gibi belediye sırtından ziyafetlere davet eder. Buna gerçekten basınmış gibi tafra satanlar da dahildir.

Afaki düşünceler, hatalı tercihler haklıymış, doğruymuş gibi gösterilir.
Halka, ölümü gösterip sıtmaya razı edilme taktiği uygulanırken bir yandan da halkın içindeymiş gibi poz poz resimler yayımlanır.

İşi bilenler yapılanların dişe dokunan bir şey olmadığını bilirler. 
Bir faaliyet vardır var olmasına da kalıcı bir eser yoktur ortada... 
Görünürde çok işler yapılıyormuş, başarılıyormuş gibidir...
***

İlk sene içinde mütevaziymiş gibi görünmeler hızla kaybolur. 
Çıkarcılar her zaman "Siz en iyisini bilirsiniz, bu işleri ancak siz yapabilirsiniz " diyerek gaz verirler...

Bu öyle bir şakşaktır ki değil belediye başkanları, hanımları bile kendilerini devletin en üst makamındaki kişilere denk, hatta onlardan daha da üstünmüş gibi görmeye başlarlar.
Kimi başkan hanımları STK'lara onursal başkan yapılır ama onlar bunu ordinaryüslük zanneder. Hatta bazıları işin boyutunu büyütüp eşleri başkan iken kendileri belediyeyi idareye kalkarlar. 
Bu konuda basında herhangi bir haber konu olunca da, çok üzgünmüş gibi davranıp, eşlerinin asla önünde değil, hep arkasındaymış gibi yaparlar. 
İşin komiği bazı başkanlar da konuyu medyaya taşıyarak, çok kırılmış bir halde eşinin artık evden dışarı çıkmayacağını, tüm ilgilendiği konulardan elini ayağını çekeceğini, ailecek son derece üzgün olduklarını söyleyip halka bu konuda söz vermiş gibi yaparlar..
***

Burada aklımıza geliverip sıraladığımız örneklerin bin bir çeşidini çevrenizde görebilmeniz mümkün.
Laikmiş gibi, Atatürkçüymüş gibi, dürüstmüş gibi, Milliyetçiymiş gibi, dindarmış gibi ve benzeri pek çok şeymiş gibi olan yüzlerce örnek verilebilir. 
Üstelik işin en acı tarafı " miş, mış gibi " yapanların sayıları giderek çoğalmakta.

Sormak lâzım.
Neden insanlar gerçekte oldukları gibi davranmazlar, doğal olmazlar ?
Ya da ölene dek göründükleri gibi kalmaya gayret etmezler?

Bundan sonrası biraz vicdanın, biraz inancın biraz da ilgili bilim dallarının incelemesine girmekte, haddimizi bilip susalım ve bu yazının sonunu bağlamak için son örneği halktan verelim.
***

Bizim halkımız birilerinin dediği gibi "balık hafızalı olup, göbeğini kaşıyanlardan" oluşmuş bir halk değildir asla.

Akılıdır ve her şeyi hem akıl hem de gönül hanesine yazar. 

Seçim zamanı geldiğinde, yanına veya yaşadığı yerin meydanına hangi parti başkanı, vekili, bakanı, il, ilçe başkanı gelirse gelsin hepsini dinler, alkışlar.

İlle de hepsine "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganını da atar.

Yani her gelene, vereceği oy adeta o partininmiş gibi yapar.

Sonra...

Seçim günü gelip çatar… 
Ve vatandaş sandıkta gereğini yapar.

 

Ciğdem Altınöz-10 EKIM 2008 CUMA