Yazı

GAVURCU DAMAT

Gavurcu düğünü yazıma ilk başladığımda altı bölümlük bir yazı dizisi olacağını aklıma getirmediğimi evvelce söylemiştim. Dur şunu da yazayım derken konu uzadı. Okuru sıkmamak gerekir diye düşünüp altı bölümde noktaladım ama bu sefer de okurlarımız konuya dahil oldular.

Yurtiçi ve yurt dışından konuyla ilgili pek çok mektup aldım.

Mektupların çoğu teşekkür niteliğinde olmakla beraber, bir kısmı anlattığınız bu yer neresi, yoksa bizim köy mü? diye sorgulama, bir kısmı da “ooo daha neler neler var bir bilseniz” şeklindeydi…

Bu mektuplar içinde ilgimi en çok çeken bana Belçika’dan yazan Sabri Bal beyefendinin mektubu oldu.

Diyor ki Sabri bey;

"Gavurcu Düğünü" yazı serinizi ilgiyle izledim. Yurtdışına yerleşme amaçlı evlenmelerin Türkiye'deki sonuçlarını iyi dile getiriyorsunuz. Bir de bu işin "Avrupa"da yaşanan bölümü var. İlginizi çekeceğini düşündüğüm için, bizzat şahit olduğum yaşanmış bir olayı  size yazıyorum.

Evet. Haklıydı Sabri bey.

Ben olayın Türkiye bölümünün ufacık bir kısmını dile getirmeye çalışmıştım ama elbette bir de yurtdışında gelişen olaylar ve bu olayların ardında kim bilir nice hazin hikayeler vardı.

Hani derler ya tilkinin kırk türlü masalı var hepsi de tavuk üzerine…

Bizim vatandaşlarımızın pek çoğunun da nedense yurtdışında yaşamak için “hayatlarını kurtarmak” adına bin türlü masalı var.

Yurt dışına kapağı atmak, orada daimi oturum almak için başlarına gelmeyen kalmıyor. Orada olabilmek için sarf edilen çaba ve para memlekette akıllı bir şekilde sarf edilse inanın içimizden nice başarılı işadamları çıkar.

Lafı uzatmadan , öncelikle Sabri beye çok teşekkür ederek bize aktardığı olaya geçelim.

Türkiye'de evli ve üç çocuk babası bir yurttaşımız, yukarıda zikrettiğimiz gibi ailesinin hayatını kurtarmak adına Belçika'ya kaçak yollardan gelerek sığınma isteğinde bulunuyor. (Tabiidir ki bu kaçak yolların ne şekilde ve nasıl olduğu konusuna girmiyoruz)

Vatandaşımız ikinci vatanı gibi gördüğü ülkeye sığınmak istiyor ama sığınma işlemleri uzadıkça uzuyor.

Neyse ki yurttaşımızın geçerli bir mesleği var, pideci ustası olarak bir Türk lokantasında çalışmaya başlıyor.

Yurttaş dayanışması burada çok işe yarıyor elbette. Vatandaşımız gayet iyi bildiği işi yapmaktan memnun ve geçim sorunu yok ama, özellikle çocuklarının hasretine dayanamıyor. Aşağı yukarı her gün Türkiye'ye telefon edip hasret gideriyor. Her seferinde onları yanına aldıracağını, hayatlarının kurtulacağını anlatıp duruyor.

Girdiği işte çalışıp, kazanırken ve bir yandan da çocuklarımı yanıma nasıl alırım hayalleri kurarken , bir sohbet esnasında birisi Belçikalı bir kadınla evlilik yaparak oturma izni alabileceğini, sonra da boşanıp eşini ve çocuklarını Belçika'ya getirtebileceğini söylüyor. Esasen bunu önceden de duymuş bizim oğlan ama yolu, yöntemi bilmiyor.

Oysa her konuda olduğu gibi bu konuda da işin simsarları çoktan türemiş, Belçikalı kadın bularak bu evlendirme işini yapıyorlar. Belçika’nın yan sanayisi gibi çalışıyor mübarekler…

Bizim kahraman konuyu önce yakın çevresinde araştırıyor.

Bu işler en çok nerelerde halledilir? Elbette Türk kahvehanelerinde.

Sonuçta bu kahvehane sohbetlerinde kurduğu ilişkileri aracılığıyla istediği oluyor ve gelin adayı Belçikalı kadın bulunuyor.

Bulunmasına bulunuyor ama büyük bir sorun var.

Bulunan kadın zamanın para birimi olan Belçika Frank'ı olarak 500 bin Frank istiyor (Şimdiki paraya çevirirsek ortalama 13 bin Avro) .

Bizimkinde o kadar para olsa Belçika’da ne işi olur değil mi efendim.

Böyle bir parası olmadığı için utana sıkıla işyeri patronuna konuyu açıyor.

Patron işçisinden memnun, işleri tıkırında.

Ustasını kaybetmek istemediği için ileride çalışıp ödemek kaydıyla bu parayı ona borç olarak vermeyi garanti ediyor.

Bizimki seviniyor zira işin para kısmını kolayca halletmiş oluyor ama ikinci bir sorun var aşması gereken…O da dil sorunu.

Bizim vatandaş Türkçe ve Kürtçe dışında hiçbir dil bilmiyor.

Bulunan hanım ise Fransızca’dan başka bütün dillere karşı Fransız.

Bu durumda bizim damat adayı ile bulunan hanım arasında bir anlaşma sağlanabilmesi için Fransızca bilen birileri sürekli aracılık etmek durumunda.

Kadına güven vermek için çalıştığı lokantaya yemeğe davet ediliyor. Aracı bunları bir şekilde anlaştırıyor ve evlenmeden önce paranın yarısı evlenme işleminden sonra da paranın kalan yarısı ödenecek diye anlaşıyor bizim gelin-damat adaylarımız…

İnsan isteyince neleri başarmaz ki…Sonunda evlenme işlemi gerçekleşiyor.

Filmimizdeki esas oğlanın kirada oturduğu bir dairesi var. Evleniyor evlenmesine ama hanımın evinde değil kendi dairesinde oturmayı sürdürüyor.

Fakat belediyeye giderek adres değişikliği yapılması gerekli zira polis kontrol edecek, evlilik akdinin gerçek olup olmadığını tespit edecek. Hem evlenip hem de ayrı evlerde oturulmaz ki…

Neyse efendim kadından evinin adresi alınıyor ki bizimkinin eski adresi iptal edilip yeni adres ile değiştirilebilsin. Hikaye de bundan sonra başlıyor.

Adres değişikliğini inceleyen polis, bu kadının daha önce üç değişik kişiyle evlenme işlemi yaptığından dolayı, bu adres değiştirme işini yapmayı reddediyor. Bu durumda polis evliliği legal kabul etmemiş oluyor. Al sana bir sorun…

İşi bilen bir avukat müdahalesiyle sorun çzülüyor ve bizim taze damadın yeni karısının adresine kaydolması sağlanıyor.

Daha sonra evliliğin geçerli sayılabilmesi için iki yıl yasal olarak evli kalma dönemi başlıyor.

İşin komik tarafı bizim esas oğlan, evlendiği kadının evinin nerede olduğunu bile bilmiyor. Yalnızca cebinde yazılı adresi var. Kayıtlara göre bu evde birlikte oturuyor gözüküyorlar.

Bizimki evlendi ya, yeni hanımı hakkında kendi çapında araştırmalara başlıyor

Öyle ya hanım hanımdır . Hani aynı evde oturmasalar bile acaba ara sıra uğranacak nitelikte bir kadın mı bilmek gerek.

Neyse efendim sonunda kadının kahvelerde sürten alkolik bir kadın olduğunu öğreniyor. Kadın uzun yıllardır hiç çalışmamış ve sosyal yardım kurumundan aldığı asgari geçim parasıyla geçiniyormuş.

Belçika’da eğer eşlerin ikisi da çalışmıyorsa, sosyal yardım kuruluşundan alınan para neredeyse iki misline çıkıyor.

Bizim Belçikalı , eşi resmen çalışmadığı için, sosyal yardım kuruluşundan aldığı maaşı “aile reisi” sıfatıyla ikiye katlıyor. Eh körün istediği bir göz Allah verir iki göz… 

Bu arada Belçika otoriteleri evliliği muvasaalı (beyaz evlilik) olduğu gerekçesiyle reddetmez mi?

Haydaa…al sana bir sorun daha…

Bu nedenle  dosyayı takip edecek bir avukat tutuluyor. Bunları dinlemek, oturup yazmak bize kolay da aslında bu iş öyle ucuz bir iş değil.

Bu tür olayları izleyen avukatlara neredeyse avukatlık ücreti olarak maaş bağlamak gerekiyor. Bizimki maaş arttı diye sevinirken gelen para avukata gitmeye başlıyor böylece…

Evlilik sessiz sedasız sürerken, altı ay sonra kadın yarı sarhoş bir halde “cici kocasının” çalıştığı lokantaya geliyor ve bir güzel karnını doyurduktan  sonra, müstakbel kocasıyla görüşmek istiyor. Hemen aracı tercüman bulunuyor.

Kadın açıyor ağzını yumuyor gözünü.

- Sen ne biçim kocasın, karın aç mı açık mı sormuyorsun, halimi bir bilsen, ne kadar zordayım, maddi sıkıntılar içinde kıvranıyorum."

Bizimkinde tık yok, dinliyor. Kadın cici kocasının bu süklüm püklüm halini görünce ses tonunu yükseltiyor ve başlıyor tehditlere.

- Beklemekten bıktım, bana başka evlilik teklifleri geliyor, ama senin yüzünden hepsini reddediyorum. Eğer bana ek olarak ayda 10 bin frank ödemezsen polise gidip, benimle düzmece evlilik yaptığını, benimle birlikte yaşamadığını bir bir anlatacağım.

Esas oğlan ya sabır çekiyor. Ses çıkarmıyor. Daha doğrusu çıkaramıyor…

Öyle ya, aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık.

Türkiye’de olsa ve kendi karısı bir kere öf dese kırar ağzını burnunu ama gel gör ki burası Belçika. Üstelik bu kadına mecbur.

Sinirleniyor ama kadına belli etmiyor.

İçinden küfredip duruyor. Gel de küfretme, sorun üstüne sorun…

Bizimki hemen güvendiği bir dostuna gidiyor. Bu soruna bir çözüm bulunmalı.

Sinirden tir tir titreyerek anlatıyor durumu.

- Abi n’olur gözünü seveyim bu olaya müdahele et. Git şu kadınla bir konuş. Tehdit et, gözünü korkut bir şeyler yap Delireceğim yahu…

- Ulan aslında ben bilirdim Ona yapacağımı ama yatsın kalksın memleketteki çocuklarıma dua etsin. O çocukların hatırı olmasa kırardım ağzını burnunu. Eee tabii mahkumuz ya, dokunulmazlığı var sarhoş karının..Ne yapsa serbest.

 

Sanki gelin hanımın çok umurunda onun çocukları veya kendisi…

Kadının amacı belli. Üstelik bu tür kadınlarla normal konuşmak bile çok zor. Hani oturup konuşayım desen tartışmanın bir anda dejenere olması neredeyse kaçınılmaz. Her halükarda kadın bela ve kavga çıkartıp polise gitmek için bahane arıyor. Zira kadın da uyanık. Bu da onun geçim yolu…

Güvendiği arkadaşı bizim damatla usulünce konuşuyor, boyun eğmekten başka çare olmadığını anlatarak olayı kapatmaya çabalıyor ve bunda da başarılı oluyor.

Bizimki zaten durumu anlatırken bağırıp çağırıp, bolca küfredip içini döktüğü için sakinleşiyor. Yapacak hiçbir şey olmadığını zaten O da biliyor.

Neticede durumu kabullenerek işinin başına dönüyor ve günde 12 saat çalışma faslı başlıyor.

Eee kolay değil hem patronuna olan borcunu, hem avukat ücretini, hem oturduğu evin kirasını hem de Belçikalı eşinin isteğini haraç parasını ödemek…

Bu mecburi evlilik iki yıl sürüyor ve bizim "gavurcu damat" gerçekten bu dönemde "gavur azabı" çekiyor.

Haraç ödeye ödeye yasal süreyi doldurup, Belçika’daki haklarını alınca ilk iş olarak bu kadından ayrılıyor.

İki yıllık sürede bu paraları ödemek için deliler gibi çalıştığından her gece yatağına uzandığında bedeni sızım sızım sızlarken yeminler ediyor kendi kendine.

- Ah ulan ah, bir sarhoş karının oyuncağı olduk. Ben şu haklarımı bir elde edeyim , senden de bir boşanayım, yemin olsun seni "eşek sudan gelene kadar" dövmezsem…

Ama kadından ayrılıp da çocuklarını Belçika'ya aldırınca bu yeminlerinin hepsini bir anda unutuveriyor.

***

Bizim esas oğlanın Türkiye'deki akrabaları, tanıdıkları ve işin içyüzünü bilmeyen arkadaşları ; "Avrupa'ya gitti hayatı kurtuldu" diyorlardı…

Doğruydu…kurtulmuştu ama “katil olmaktan” zor kurtulmuştu…

Hay kapağı Avrupa’ya atıp da “hayatınızı kurtarma” felsefeniz batsın e mi…

 

 

Çiğdem Altınöz - 11/01/2008