Yazı

Düşünceden düşü düş

Tek kaşını hafifçe yukarı kaldırdığı zaman, alnında iki derin çizgi olurdu ki böyle zamanlarda asla sinirleneceği sözler söylememek, suyuna gitmek gerekirdi.

 

Aslında öyle çabucak sinirlenen bir yapısı da yoktu, sabrı engin deniz gibi desek yanlış olmazdı.

 

Bazen gözleri bulutlanırdı. 

Eğer boynu hafif sağa eğik, gözlerini bir noktaya sabitlemiş adeta bu dünyada değilmiş gibi dalıp gitmişse bilirdim ki O’nu düşünüyor ve içi acıyor.

 

Güzel kadındı, alımlıydı ve bunu bilirdi.

 

Beline inen dalgalı sarı saçlarını şöyle yalancıktan toplar, el çabukluğu ile başının üzerine dürüverip, bir de kurşun kalem geçirdi mi arasına, kuaförden yeni çıkmış değme hatunlara değişilmeyecek bir görüntüsü olurdu.

Dudaklarını büzüp, arkasına yaslanıyor ve derin derin bakıyorsa bilin ki sizi enine boyuna tartıp, biçiyor, kendi not sistemine göre bölüyor, çarpıyor, topluyor, çıkarıyor.

Gözleri sola yukarı doğru gitmişse, mutlaka geçen yazın hayalinde asılı bir resmine bakıyor, O resim ki ya bir deniz kıyısında, ya yeşilin kucağında, ya bir baharın erguvanına boyanmıştır ve köşeciğinde çağla yeşili takılı kalmıştır.

 

Düşünde mutluluk ve hüzün bir aradadır. 

Bunu nemlenen gözlerinden anlamak öyle kolaydır ki. 

Yağmur esintisi başlar yüzünde. 

 

Duyarlı, hassas, şiir gibi kadındır vesselam.

Durup dururken bir söz eder, otur felsefe yap.

Dün gece yine öyle gecelerinden birindeydi. 

 

Düşünceden düşü düş, geriye ne kalır ki deyiverdi.

 

Çiğdem Altınöz - 11/04/2015