Yazı

AŞKA DAİR

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"


Bu sözler elbette bana değil Mevlana’ya ait…

Ariflerin gönüllerinde olmak, olabilmek ne güzel bir şey. Bu nasıl olabilir? Elbette Aşk ile…

Zira aşk hayatın aslıdır, özüdür. Kâinatın yaratılış sebebi aşktır.

 'Sen olmasaydın bu gökleri yaratmazdım.' Kudsi hadisiyle ; varlık alemlerinin yaratılmasındaki yegane maksadın, Cenab-ı Hakkın Hazreti Peygambere duyduğu sevgi olduğu belirtilir.

Her türlü kemale erişi aşkta gören Mevlana'nın bütün eserleri de belki de bu yüzden aşka dairdir. Mademki varlığın mayası aşktır, aşkın en ileri noktası olan Allah aşkı ve muhabbeti her şeyin üzerinde değere sahiptir.

 İşte Mevlana bu düşünceden hareketle, binlerce beyitte ilahi aşkı söylemiştir. Onun aşka dair düşüncelerini dört grupta toplamak mümkündür.

- Akil ve aşk mukayesesi,

- aşkın üstünlüğü ve değeri,

- fanilere duyulan aşkın geçersizliği,

- aşktan nasibi olmayanların zavallılığı ...

Diğer bir tanımla Mana Padişahı Mevlana'ya göre akıl ve ilim, gayb âleminin gerçeklerini kavramada yetersiz kalır. Bunlar insanı bir noktaya kadar götürür, ancak hedefe ulaştıramaz.

Fakat insan aşktan kanatlara sahipse , ilim ve aşkın hayal edemeyeceği kadar yücelir.

Tıpkı Miraç gecesi olduğu gibi.

O kutlu gecede Hazreti Peygamber ve Cebrail gök katlarında yükselirken, Sidre-i Müntehaya gelince ;

Cebrail "Bir parmak ucu daha ilerlersem , yanarım." diyerek kalmış,

Hazret-i Peygamber ise Sidre'yi geçerek Cenab- Hakka yakınlığın son derecesine ulaşmıştır.

Sidre-i Münteha denen yer ; gerek melek gerekse peygamber, bütün varlıkların ulaşabildiği son noktadır. Bir başka deyişle emr-i İlahiden başka her şeyin son bulduğu yerdir.

Mutasavvıflar buradan hareketle ,

Cebrail'i beşer idrakin, ilim ve aklın sembolü ,

Hazret-i Peygamber'i ise gönül ve aşkın timsali olarak görürler.

Hazret-i Mevlana bu hususa işaret eder :
"Gerçi başlangıçta akıl muallimdi.(öğretmendi) Sonra akıl üstatken ona talebe olur.
Akıl, Cebrail gibi ; ' Bir adım daha gitsem; bu kol, kanat yanar
.

Sen bana bakma, yürü, geç ! Benim için daha ileri yer yok.' der. (Mesnevi,I/ 1112-14)

Bu yüzden Mevlana ; aşkı, her sufinin yaşaması gerekli bir hal olarak görür. Ona göre ancak aşkla sevgiliye, Hakk'a bağlanan gönül muteberdir. (Mesnevi,I / 1853).

Cebrail gibi, akıl ile insan Allah'a ulaşamaz; yarı yolda kalır.

İnsanla , Allah arası bir deniz mesafesi ise ; akıl bu denizde bir yüzücü, aşk ise bir gemidir. Yüzmek güzeldir ama uzun bir yolculuk için yeterli değildir. İnsan yüzerken yorulabilir, boğulabilir. Ama gemiye binen hedefine ulaşır. (Mesnevi IV/ 1423-27)

Bu aşkın mahiyeti ise sözle anlatılmaz, satırlara sığmaz. Ancak tadanlar bilir:

Birisi sordu : 'Aşıklık nedir ?' Dedim ki : " Benim gibi olursan bilirsin !" (Mecalis-i Sab'a, 82)
Yüce Sultanın "Ben ol da bil!" sözü Cenab-ı Hakka ulaşma yolundaki , "bilmek, bulmak, olmak” merhalelerinin son derecesinin aşk ile gerçekleştiğini ifade eder. İlim ve akıl ise sadece bilmeyi sağlar.

 Yine Mesnevide :
"Aşk ; her ne şekilde açıklasam da, anlatsam da onu tarifte insan dilsiz kalır.
Kalem, gerçi her şeyi yazar ama , aşka gelince başı döner.
Akıl, aşkı anlatmada çamura batmış eşek gibidir.

Aşkı ve aşıklığı yine aşk izah eder.
Güneşe delil, yine güneştir.

Sana delil lazımsa, güneşten yüzünü çevirme." (Mesnevi, I/ 117-121) beyitleriyle aşkın tarife sığmadığı söylenilirken , aklin acizliği bir kere daha dile getirilir.

Aşk yüzünden elbisesi yırtılanın , hırstan ve ayıptan temizlendiğini, aşkın bütün hastalıkların hekimi, kibir ve azametin ilacı olduğunu, topraktan yaratılan bedenin aşkla yüceldiğini (Mesnevi, I/22-25) söyleyen Mevlana; insanların hırs, tamah, kibir, kıskançlık ve kin gibi kötü huylardan ancak İlahi aşk ile arındığını belirtmek ister.

Toplumda İlahi sevgi ile manevi alemi tanıyanlar çoğunlukta olursa aksaklıklar düzelir, huzur hakim olur. Diğer yandan insanın dünyadaki geçimi için bir sanat öğrendiği gibi , ahireti kazanmak için de bir sanat öğrenmesi , bu din sanatının , kazancının da aşk olduğu öğütlenir. (Mesnevi, II/2618-27)

Mevlana ;
"Anam aşk, babam aşk,
Peygamberim aşk, Allahım aşk,
Ben bir aşk çocuğuyum,
Bu aleme aşkı ve sevgiyi söylemeye geldim
." Der..

Buradan anlaşılan şudur ki , yalnızca dinin kurallarına uymakla yetinenler, dinin özünü tanımayıp , kabukta kalanlardır. Aslolan insanın ibadetlerine Allah aşkını katması, tam bir ihlas ve samimiyetle kulluk etmesidir.

Hazret-i Mevlana, Allah aşkının dışındaki sevgilere aşk denemez der;

"Aşk , renge ve kokuya bağlı olursa, o aşk değildir, kişiye bir utançtır." (Mesnevi,I/224)
"Faniye olan aşk ebedi değildir. Çünkü insan bu düzenin hükmüne , ebediliğe müsait değildir.

Her an gönüle feyizler veren , goncadan daha taze olan , gözün ve ruhun safası olan İlahi aşk bakidir.
Daima diri ve ebedi olana aşık ol, Sırrını o nura kavuştur.
Onun aşkını iste, Çünkü bütün peygamberler, veliler bu aşkı , iksirin ta kendisi bildiler.

"Bu aşka bende kabiliyet yok' deme. Kerem sahibinin ihsan etmediği bir nesne yoktur. (Mesnevi I /226-230)

"Külle aşık olanlar , cüz' e itibar etmez. Cüz' e meyleden , küllün isteyicisi değildir" (Mesnevi,I/ 2903) beytiyle Mevlana , Allah aşıklarının Cenab-ı Hak dışında , başka hiçbir şeye değer vermediğini, sevgisini fani unsurlara yöneltenin ise Allah aşkından yoksun olduğunu belirtir.

 

Ancak bazen istisnai durumlar olabilir. İnsan faniye duyduğu aşkta kararlı, vefalı ve sadık ise , bu mecazi aşk onu gerçek sevgiye, ilahi aşka götürebilir :

"Vehme, hevese aşık olan sadıksa ; bu mecaz onu hakikate götürür." (Mesnevi , I /2861)

Mecnun, Leyla'nın aşkıyla yola çıkmış, neticede Mevla'nın aşkına ulaşmıştır.

Ama insanın ne mecazi, ne hakiki aşktan nasibi yoksa Hazret-i Mevlana , bunlara sert bir dille çatar:

"Mademki aşık olmuyorsun, git yün ör, iplik eğir.
Yüz işin var, yüz renge boyanmışsın , yüz rengin var, yüz alacan...
Mademki kafatasında aşk şarabı yok,
Var, geliri bol kişilerin mutfağında kase yala.
.."

(Rubailer,126)

"Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa; o, uçmayan, kanatsız kuş gibidir." (Mesnevi,I/31)

Yaradılışın özünü ve insanın fani benliğinden yükselişini aşkta bulan Mevlana; aşksız geçen ömrü, ömür saymaz:

"Baht sana yar olur, yaver kesilirse;
Aşk, seninle işe güce girişir.
Aşksız ömrü hesaba sayma;
O sayıdan dışarda kalacaktır çünkü
.
.."(Mecali-i Saba 43)

***

Sözü uzatmanın âlemi yok.

Aşkın bunca güzel tarifleri var iken, onu yok saymak bize yakışmaz.

Eğer insanın insana duyduğu aşkı irdelersek, burada yine Hakk’ı görebiliriz.

İnsan yaradılış olarak en şerefli mahlûkattır. Bu şerefli yaradılıştan olmalı ki bazı insanlar bazılarına, karşı konulamaz bir yakınlıkduyarlar.

Bu çekim gücü öyle had safhaya varır ki insan aklı ile düşünemez olur.

Sanki vücuda bir mikrop girmiş gibi hastalıklı bir hal alırlar.

Buna hastalıkların bitkisel tedavileri içeren eski şifa kitaplarında sevda hastalığı da denmekte.

Nasıl bir mikrop vücuda girdiğinde yüksek ateş, nöbet yaparsa ve vücutta yıpranma meydana getirirse insana duyulan aşk, özellikle karşılıksız olursa vücutta harabiyet yapar. Aynı zamanda beynin çalışma fonksiyonlarını da etkiler, sağlıklı düşünce yapısı kaybolur.

Ama eğer olaya yaratılanı severim, yaratandan ötürü felsefesi ile bakılabilir ise kişiye duyulan sevginin daha derininin Allah aşkı olduğu da gözlemlenip herhalde hastalık halinin önüne geçile bilinir.

Beşeri aşk geçicidir. Eğer insana duyulan bu aşk saygı eşliğinde sevgiye dönüşebilirse işte o zaman ömür boyu sürer.

Ben beşeri ilişkilerde aşkın geçici, sevginin kalıcı olduğunu savunanlardanım.

Zira bir insana hastalığa yakalanmış gibi ömür boyu aynı şiddette aşk duyulamaz.

Başlangıç gelişme ve sonuç devrelerini yaşar aşk.

Eğer ilk alevli ve kişiyi hasta edici hali dengelenebilir ise, karşı taraftan alınan pozitif enerji, kişideki negatif yüklenmeleri nötralize ederek, yani bir anlamda duyguları dengeye oturtursa işte aşkın o hastalıklı hali aşılıp kalıcı ve ömür boyu sürecek bir sevgiye dönüşebilir.

Esasen uzun yıllar süren birlikteliklerdeki sır da burada gizlidir.

Saygı ile araya konulan mesafe, hastalıksız bir sevgi ilişkilerin boyutunu anlamlı kılar.

Öyle bir haldir ki bu sevdiğiniz kişinin uzağında iken bile ne hissettiğini hissedebilir, ne istediğini bilebilirsiniz.

Bir anlamda ileri derecede empati de (duygudaşlık) denebilir bu hale.

Üstelik bu şekil, birlikte olduğunuz kişinin hem saygı duyup, güvendiği bir dostu olmanıza, hem de sırasında en yakını, arkadaşı, sevgilisi gibi pek çok görünürlüğe bürünme imkânı da verir. Düzeyli ilişkiler insanların daha yaşanabilir bir dünyayı hazırlamalarını da sağlar.

Sonuç olarak ben de kendimce bir şiir ile derim ki

“Sadık” ise hevese aşık olan

Mutlak Hakka yürür inan bu yolla

Heves biter , tez söner gönüle dolan

Hak yolunda yürüyene kıyasla

 .

Sırrına erersen âşık olmanın

Bilmelisin İlahi aşk bakidir

Hakka aşksız ömrü ise hiç sayma

Bilmeyenler eşeğin kendisidir.

 

 Çiğdem Altınöz- 05/09/2007