Yazı

Ah Annem, melek Annem

İnsan sağlıklıyken umarsız, hastalık sırasında tahammülsüz, ölüm esnasında ise ne kadar çaresiz bir canlı

.

Annemde ilk belirtiler başladığında anlayamamıştım.

Markete gidip döndüğümde panik halinde “ay seni çok merak ettim ”derdi.

Anacığım biliyorsun sol bacağım çok zorluyorı, ağır aksak bir kilometre öteye yürüyor, alınacakları alıp dönüyorum eve, ne var bunca merak edecek diye sorardım. Evdesin, bak yanında Elif Nur da var. Uzaklara gitmiyorum hepi topu yirmi dakika bilemedin yarım saatte gidip geliyorum.

- Aman kızım ne bileyim, korkuyorum derdi.

- Ama neden korkuyorsun ki?

- Sana birşey olacak diye korkuyorum, sana birşey olursa biz ne yaparız?

- Korkma yaa, ne olacak ki derdim ama bir yandan da kızardım içimden.

Yaa şu işe bak diyordum kendi kendime, beni kimse gerçekten düşünmüyor. Bana birşey olursa kendi ne yapacak onun korkusuna kapılıyor anam bile .

Nerden bileyim alzheimer belasına muzdarip olduğunu

Yıllar böyle geçiyordu Antalya’da...

Ablalarım yazları Türkiye’ye gelip bizde kaldıklarında onlar da hiç birşey sezmemişlerdi annemin hasta olduğu yönünde.

Fakat panik halleri artarak devamdaydı.

Bacağımdaki ağrılar iyice çoğalınca market sahibi genç adam da halime acır olmuştu. Siz böyle ağrılı sancılı gözleri yaşla dolu dükkanıma girince aklıma anamın sancılı halleri geliyor der, hemen bir iskemle getirirdi dinlenmem için.

En iyisi bana telefon edin gelmeyin böyle ağrılarla, ben birilerini bulup eve gönderirim ne isterseniz dedi çocuk, sağ olsun.

Sonunda acilen ameliyatıma karar verildi zira sol bacak artık işlemez hale gelmişti.

Hastaneye yattım ama aklım anam ve kızımdaydı. Zira yirmi dakika yokluğuma tahammül edemeyen panik olan yaşlı bir anne ile zihinsel özürlü bir kızı evde bırakıp ameliyata gitme kararı almak başlı başına sorundu.

Bir kaç günlük yemeklerini yapıp sıkı sıkı da tembihleyip gittim hastaneye. Ameliyatın dördüncü gününde de doktora yalvara yakara taburcu olmayı istedim evin halini gerekçe göstererek. Neyse ki anlayışla karşıladı ve taburcu etti beni.

O dört gün dört yıl gibi gelmişti bana.

Zor günlerdi ama en azından anamın gözü önünde yatıyordum panik olmuyordu.

Ablalarım Almanya’dan geldiler de bir nebze olsun işler rayına girdi.

O zamanlar annem Kuran hatmetmek için her gün okur, sonra bolca bulmaca çözer akşam üzerine doğru da benim kitaplığımdan bir roman alır okurdu.

Tek bir gün anam alzheimer mi diye düşünmedim.İşin doğrusu o hastalığın ne olduğu konusunda ne fikrim ne de bilgim vardı. Gelinkızımın da uyarısı ile annemin bu halini doktora sormak için randevu aldım.

Nörolojiye götürmek icabediyormuş.

Gittiğimizde doktor hanım bazı sorular sordu.Sonra da beynin kontrolu için sevkler yaptı.

Beyin incelemeleri , tomografiler filan derken o zalim alzheimer denen illetin anamda başlamış ve ilerlemiş olduğu ortaya çıktı.

-Yeni de değil dedi doktor, en az beş yıl öncesinden başlamış ağır ilerlemiş. Şimdi hızlanmış. Size vereceğim ilaçlarla bu hızlanmayı durdurmaya gayret edeceğiz.

O sonuç içimize sinmeyince bu kez İstanbula götürdü ablalarım, orada da tetkikler yapıldı.

Maalesef sonuçlar aynıydı. Tedavi sürecine başladık hemen.

Fakat annem çoğunlukla eski annem gibiydi. Güleryüzlü, kibar, namazında niyazında, bol okuyan bol bulmaca çözen, balkondaki çiçeklerimize aşık ama beni hep gözünün önünde isteyen bir anne.

Kapı önünde erkek sesi duysa korkar, kapıda birileri var diye panik olurdu.

Anacım bize ne, kim varsa var. Bizim kapının zili çalmıyor, bizimle alakalı değil üst kattakilerdir desem de annem cama çıkıp bahçeyi, kapı önünde kim var kim yok görmeyi isterdi.

Beyninde nasıl bir dönüşüm vardı da yabancı birileri onu böyle korkutuyordu bilemiyordum. İşte belki biraz da bu korkudan dolayı yanından ayrılmamı istemiyor olabilir diye televizyondaki saldırı, kadın darpları türü haberleri izlememesine çalıştım. Maksat sinirlerini bozacak onu tedirgin edici ortamı yaratmamaktı.İşe yaramadı elbette.

Zaman ilerledikçe annem yine roman okuyordu fakat ne okuduğunu anlatsana dediğimde kısa, kestirme, tam anlamıyla kaçak cevaplar vermeye başlamıştı.

En ince ayrıntısına kadar yazmak değil amacım. Kısa bir yıllık gibi düşünün yazdıklarımı

Teşhis konduktan bir yıl sonrasında usul usul isimleri hatırlayamam sorunu başladı.

Kim, kimdi, onun nesiydi?

Çareyi aile efradının fotoğraflarını ve isimlerini yazıcıdan çıkarıp kitapçık haline getirmekte buldum.

Hem kitap okuyor hissi duyuyordu hem resimlere bakıp o kişi annemin hangi akrabası, adı nedir gibi bilgileri hatırlamasına yardımcı oluyordu.

Ama kısa sürede kitapçık ortadan kayboldu.

Sorduğumda cevap alamıyordum. O süreçte sevdiği, rahatça okuyabildiği boyuttaki Kuran-ı Kerim de saklandı.

Saklamalar, hele de küçük boyuttaki objelerin peçetelere sarılıp saklanması faslına döndü.

Ardından kazağının hırkasının tüylerini yolma devri başladı. Bu öyle yorucu bir dönemdi ki.

Zira sabah kahvaltısında ekmeğini lokmalıyor, üzerlerine peynir zeytin koyuyor en üste de hırkssından kopardığı iplikleri yapıştırıp süslü tabaklar yapıyordu. Tabi yiyemediği için hepsi sonunda çöpe gidiyordu ve mecburen ben yanında oturup sağlıklı yemeye teşvik ediyordum.bu lokmaları süsleme dönemi bir müddet devam ediyor sonra yine başa dönüp paketleme , sonra yolma dönemleri birbirini izliyordu.

Yeni eklenen yolmalar ise beni daha tedirgin edici boyuttaydı.

Burnundaki et benini, sağında solundaki benlerini veya ufak et kabarcıklarını koparma yolma faslı başladı.

Sürekli kontol etme, yolduğu yerlerin mikrop kapmaması için ilaçlama vb faslı epey uzun sürdü ve bundan kolayca vazgeçmedi.

Artık benim kim olduğumu bilmiyor komşusu veya annesinin bir arkadaşı olduğumu sanma dönemi geldi.

Sorduğumda adım Zeynepti. Bunu asla unutmuyordu. Zeynep kimdi peki?

Bazen teyzesinin adı olduğunu söylüyordu bazen gülüyor sanki benle dalga geçer gibi ay ne bileyim sensin işte filan diyordu.

Sonraki dönem "evime gideceğim" dönemiydi.

Hatta bir sabah hepimiz uyurken evden çıkıp yola revan olmuş geceliği ve ayağında terlikleriyle. Ev sahibimin beyi tesadüfen görüp kapıyı çaldığında nasıl uyandım, ne tür bir hale geldiğiimi varın siz düşünün.

Ve o günden sonra evimin kapısı kilitli durma, anahtarın da saklanma dönemine girdik.

Bazı gün ay kusura bakmayın diyordu. Neden diyordum.

Beyim beni size bıraktı ama beni almaya gelecekti geç kaldı, sanırım işi çıktı. Size de zahmetler veriyorum.

Yok diyordum ne zahmeti, biz sizden çok memnunuz lütfen kalın.

yok yok gelir birazdan beyim, ama acaba neden gelmedi, beni bıraktı da başka bir kadına mı gitti diye soruyordu.

Bu da bir dönemdi elbette.

Kocası kimdi adı neydi ne iş yapardı hiç bir cevap yoktu.

Uykular düzensizleşmeye, yatak odasına gitmeme inatlarına, oturduğu koltukta uyumaktan hoşlandığını söyleyip bana baston salllayıp kızma dönemlerine de eriştik.

Evde bastonuyla ağır ağır yürürdü, zorlanmaya başladı. İlaçların dozaj artırımları, uykusunu düzene sokma çabaları fayda etmedi.

Aklıma gelenleri yazıyorum ama inanın unuttuğum bir çok olumsuz davranışlar, farklı dönemler de yaşadık.

İşin en kötü yanı corona/covit 19 dönemi başlamıştı. Ben yüzbin kere daha dikkatliydim artık. Evden asla çıkmıyor tüm alışverişimi online yapıyor, gelen paketleri mikrop kırıcılarla silip eve öyle alıyordum. Zira bu illet anama bulaşırsa öldürür diye aklım yerinden çıkıyordu.

Bu süreçlere gelene dek evde bakım maaşı olayından haberim bile yoktu.

Sürekli alınan hasta bezleri için bile rapor alınabiliyormuş ama ben her ay dünya para verip yıllarca canped külot alıp durmuştum. Gerçi verilen bez raporu işimize yaramadı zira bizim kullandığımız marka devletin verdiği miktarla asla uyuşmuyordu. Sineye çekip yine kendi cebimizden bez almaya devam ettik. Fakat işim giderek zorlaşıyordu.

Mecburen bakım maaşı talebinde bulundum. Üç ay kadar uğraştıktan sonra binbeşyüz küsur maaş bağlandı.

Eh bu yolla en azından bez parasından kurtulmuş hissi duydum.

Annem gün gün değişirken benim de kızımın da ruh halimiz güzel olacak değil ya. Ben çareyi deliler gibi resim yapmakta arıyor, ruhumun renklerle şifa bulmasına gayret ediyordum.

Elbette annem geçen yıllarda aıl melekelerini yitirmeye başladığı gibi öz bakımını da asla yapamaz olmuştu.

Oturduğu yerde tuvaletini yapıyor ama asla yapmadığı hususunda inatlaşıyor tuvalete götüreceğim zaman beni dövecek gibi oluyordu.

Hazır emici külotlar olmasa halim haraptı ama bazen onları da aşan durumlar oluyordu. Annemi banyoya götürmek komple yıkamak , koltukları halıları silmek paklamak, batıp çıkan yatak çarşaflarını daimi temiz tutmak dönemi hiç bitmedi.

Onu temiz ve kuru tutmak, komple beden temizliğini düzenli yapmaya çabalamak, keskinleşen inadını kırmaya uğraşmak beni gün gün tüketmeye başlamıştı.

Anacığım her banyoya gidişimizde size de eziyet veriyorum lütfen hakkınızı helal edin der, ben de ne eziyeti anacım sen bana bakıp büyütmedin mi beni temizlemedin mi, şimdi sen benim çocuğum oldun ben seni temizliyorum, hakkım da helal olsun derdim.

Bazen beni tanıyor gibi yüzüme gülümserdi öperdim hemen böyle konuşmalardan sonra.

Sonra bu dönem de bitti. Yani ben annemi öpsem bile annem bana yabancı gibiydi, helallik isteme cümleleri kesildi. Tuvalette tuvaletini yaptığını bile bilip anlamama dönemi başladı. Hadi oturduğu yerde yaptığını emici külot yüzünden anlamamış olabilirdi ama wc de iken anlayamaması çok üzücü oluyordu.

Sabırla bekliyor , temizleyip kaldırıyor ellerinden turup koltuğuna götürüyordum zorlukla. Adım atmaları iyice zorlaşmıştı.

Geçen bu zor ve sıkıntılı dönemlerde zaten zihinsel engelli olan kızım da giderek anormalleştiği için mecburen babasının yanına gönderdim. Bari onun ruh hali az da olsa düzgün olsun diye düşünüyordum.

Artık ufak tefek iş yaptırmaya çabaladığım kızım da yoktu yanımda.

Koş anneme koş mutfağa koş çamaşır yıkamaya asmaya, koş evi sil süpür...ay bulaşık makinesini boşaltmak çöpü dökmeye gitmek bile ne büyük nimetmiş kızım yaparken de ben farkında değilmişim meğer.

Kızım her gün Türk kahevmi yapıp getirirdi çalışma masama. Artık kızım yoktu kahve getirenim de yoktu.. Üç aydır kahve içmez olmuştum. Zira kalkıp kendime kahve pişirecek takatim kalmıyordu ki.

Annem bu arada ağzında ekmeği tükürüğüyle yumuşatıp sonra onları ağzından çıkarıp küçük bilyeler haline getirip tabağa dizme dönemine girmişti.

Bunu neden yapıyor derken ağzında bir dişin yok olduğunu gördüm. Dişini sökmüştü anlayacağınız. Ama yuttu mu sakladı mı inanın çözemedim.

Sonra anladım ki çiğneme yutma sıkıntısı başlıyor.

Mecburen çorbalara geçtim.

El titremeleri de anormal artmaya başladığından yemesini de ben yaptırmaya başladım.

Dengeler bozuluyor, çark olumsuza doğru hızla dönüyor, korkularım çoğalıyordu.

 

Covit sürecinde ablalarım da Almanyadan gelemedikleri için bendeki tükenme halini gözlemleyip , bana bir formul sundular. Bakım evine yatıralım sen de biraz toparlarsın kendini dediler.

İşte o zaman bende ortamdan ikiye yarılmak gibi bir his oluştu.

Yıl 1990 babam geçirdiği ağır enfarktüs sonucu makineye bağlanmıştı ve sadece 72 saat yaşama şansı vardı.

Evvelce bazı vasiyetleri olmuştu hepsi aklımdaydı. Makinenin fişinin çekileceği günün sabahı bana özetle şöyle dedi.Anneni Allah’tan sonra sadece sana emanet ediyorum. O serçe kuşu gibidir. Ben bu gün öleceğim bana söz ver onu kimselerin yanında bırakma sen sahip çık. Ben de ağlayarak babama namusum şerefim üzerine yemin etmiştim.

İşte şimdi bir yarım verdiğim bu sözü nasıl yerim de anamı bakım evine veririm diyordu.

Öbür yarım da doktorun ve ablalarımın mantıklı cümleleri ile dalgalanıyordu.

Evde bakımzor ve risklidir, bakım evinde daima doktor fizyoterapist ve bakıcılar var, 7/24 kontrol altında olması ömrünü uzatır, yarın öbür gün evinizde bir bardak su içirdiğinizde, yutamayıp nefes borusuna kaçıp elinizde ölse vicdan azabı duymaz mısınız demişti doktor.

Haklıydylar haklı olmasına da benim kalbimle aklım aynı paralelde olamıyordu bir türlü.

Ablalarımın da ısrarırla bakım evi arama, şartları öğrenme faslına geçtim.

Önce anamın vasisi olmam gerekiyormuş.

Mecburen mahkemeye başvurdum, gelen yazıda akıl melekelerinin yerinde olup olmadığı hususunda heyet raporu istediler. Mecburen randevu aldık oğullarım anacığımı hastaneye götürdüler, tetkikler yapıldı.

Daha sonra tekrar heyete çağırıldık, beraberce gittik ambulansla. Heyet başkanı başhekim biz mahkemeye yazıyla bildireceğiz sizin sonucu almaya gelme durumunuz yok, gidebilirsiniz dedi. Döndük evimize.

Artık evde mahkeme sonucunu bekleme faslımız başlamıştı ama benim içim yine elvermiyordu. Tam bir ikilemdeydim ve bu da beni gün be gün tüketiyordu.

Deli gibi resim çizmek boyamak da ruhuma şifa olamıyordu artık.

Tam iki yıl olmuştu covitten dolayı evden hastane harici çıkmayalı.

Denizi görmeyi arzulamak, kokusunu duyabilmek, martı seslerini dinlemek ne güzel bir hayaldi.Ama bu hayalden öte geçemiyordu. Mahkemeye giderken evli olan oğlum denizi uzaktan da olsa görebileceğim yolu seçtiğinde neredeyse boynuna sarılıp öpecektim arabayı sürerken. Kaza maza yapar benim yüzümden diye öpemedim oğlumu. Uzaktan masmavi denizi görmek bile mutlu etti beni vallahi.

Haziran sonu anamı hastaneye götürmüştük. 30 Haziranda götürdüğümüz annemle 5 Temmuzda heyete girdiğimiz annem arasında inanılmaz bozulma vardı. Tekerlekli iskemlede doğru dürüst oturamıyordu. Bakışları daha boş boş, kendine hakim olamayan kendini iyice salan bir anne.

Oysa ambülansta oğluma gülen gözlerle bakan bir annem vardı. O nereye gitmişti beş gün içinde?

Belki durumu abrttığımı sanmış olabilirler bilemiyorum. Ama benim derdim anam bitkisel hayata girmeden kızlarını görebilsin, seslerini duyabilsin, onlar da iki yıldır göremdikleri annelerine sarılıp öpebilsinler.

Temmuzun beşinden onbirine kadar geçen sürece annemi yürütmek ona da bana da tam bir işkence haline dönüşmüştü. Artık yatağından kalkmak istemiyordu.

Biliyorum zordu ama yürümesi de gerekiyordu ne kadar uğraşırsam uğraşayım kalkmama inatları başladı.

eye başlamıştı.

Kahvaltısını çorba kıvamında yatağında yaptırır olmuştum. Tüm bakımını da yine yatakta yapmaya başladık tabi.

 

Durum giderek kötüleşiyordu ve ben birşey yapamıyordum.

Artık aklımda ne bakım evi ne başka birşey vardı. Annem sona yaklaşıyordu. ablalarıma acil gelin gelebiliyorsanız diye ısrar etmeye başladım.Kurban bayramı gelmişti ama bu bayram bize bayram olamıyordu. 22 Temmuzda ablalarım Sabiha Gökçene indiler.

Keşke direk Antalyaya gelselerdi diye düşündümse de birşey diyemedim. Kendilerine göre planları olabilirdi.Ertesi günü telefonlaştığımızda ne zaman geleceklerini sordum ve annemdeki bozulmayı özetledim. Pazertesi bilet alalım dediklerinde patladım vallahi.

Pazartesi çok geç olabilir nolur gelin artık dedim. Acil bilet almışlar 24 Akşamı indiler Antalyaya.

Ve anama sarılıp öptüklerinde anladılar haklı olduğumu.

Anneme çay kaşığıyla su içirmekte bile zorlandılar ay aç kalacak kötü olacak bari serum bağlatalım dediler.

Oysa gündüz 112 Acili çağırmıştım. Antalyada tursit patladı, covit de patladı, tamam bu hasta yoğun bakımlık hale gelmiş ama yoğun bakımlar ful dolu, götürsek yatırmayabilirler, bizim hastayı eve geri getirme sorumluluğumuz da yok, bu sefer siz hastanızla mağdur olursunuz, ayrıca covite yakalanma riski de çok. İsterseniz şimdilik almayalım ama durumu kötüleşirse alo deyin geliriz deyip gitmişlerdi.Ablalarım serum taktıralım diyorlar da günlerden Pazar. Ne özel hastane eve gelip serum bağlarız diyor ne aile doktorumuz yardımcı olabiliyor.

Öğlen olmuştu.

Uğraşmayın serumla filan dedim. Annem bu geceyi çıkarır mı bilmem. Belki böyle söylediğim için içlerinden bana kızmışlardır bilemem. Ama durum bunu gösteriyordu. Hep birlikte anamın genel temizliğini yaptık, yatış şeklini değiştirdik.

Açtım telefondan Yasin suresini başladım anama dinletmeye. Ablamlarım da annemin yanında kelime i şehadet getirmeye, tekbir getirmeye filan başladılar.

Daha sonra ablam kendi telefonundan açtı Kuran-ı Kerim dinletisini.

Tüm öğleden sonra anacığımın kulaklarına Kuran ziyafeti çektiriyorduk artık. Anamın o hallerini fotoğrafladım.

Akşam ezanı okundu namazımı kıldım.

Annemin odasına gidip ablalarıma ben namazımı kıldım şimdi ben durayım anamın başında da siz gidip kılın namazlarınızı dedim. Tamam dediler kalktılar. Oturup anamın elini elime aldım.

Tırnakları eflatuni olmaya başlamıştı. Annem yolculuğa çıkmıştı artık gidiyordu.

Gözleri boşluğa bakıyordu ama ağzı hep aynı hareketi yapıyordu. Hemen telefonumu video çekme konumuna getirip annemi videoya aldım. Annem aklı sıfırlanmış, gözleri bu dünyayı görmekten uzaklaşmış halde Allah Allah diyordu.

Gözünden bir damla yaş aktı.

Saçlarını okşadım, öptüm anam canım diyerek ve La havle vela kuvvete illa billahil alüyyül azim, Alahım sen anacığıma kolaylık ver zorlaştırma diye dua etmeye başladım.

 Bir an ağız hareketi durdu.

Feryat ettim anam gitme diye, yeniden nefes aldı ağzını açtı tekrar Allah dedi ve gözünden daha iri bir damla yaş daha aktı.

Sanki bir yeri acımışcasına kasıldı, yüzünü ekşitir gibi gözlerini kıstı, ve kasılmayı bırakıp öylece kalakaldı. Annem gitme dememi duymuyordu artık.

Tansiyon aleti anormaldi, kalp atışını göremiyordum ablalarım namazlarını bozup yanıma koştular. nolur dedim bir de siz bakın tansiyonuna. Ama gitmişti annem.vuslata ermişti artık

25 Temmuz Pazar..saat 21:10

Artık değişik dönemler, inatlar, tanımamalar, herşey ama herşey bitmişti.

1935 yılından 2021 Temmuzuna dek süren hayat mücadelesine nokta konmuştu.

Annem melek olmuştu

 

 

Çiğdem Altınöz- Antalya   25/07/2021